Akdeniz’in Korkulu Rüyası: Don
Bir yılın daha sona ermek üzere olduğu bugünlerde doğa tüm ağırlığını hissettirmeye başladı. Istanbul’dan, Kars’a, ülkenin her yerinde kar yağışı ve soğuk havalar hüküm sürüyor. Akdeniz’de bir yanda güneş parlarken diğer yanda ise dağlarını karlar süslüyor. Dağlardaki karın soğuğu Antalya’nın havasını ayaza döndürüyor. Uzun süredir giyemedikleri paltolarına, atkılarına, berelerine sarınmış soğuktan korunmaya çalışıyor insanlar sokaklarda. Dışarıda işi olmayanlar klimaların, sobaların sıcaklığında kışın tadını çıkarıyorlar.
Radyo ve televizyon kanallarında hava raporlarını sunanlar Akdeniz’de don uyarısı yapıyorlar saat başı. Bu bölgede olası dona karşı üreticileri uyarıyor, dikkatli olmalarını söylüyorlar. Ben uyarının ne anlama geldiğini, üreticilerin ne kadar tedirgin olacağını, geceleri gözlerinin derecede takılı kalacağını çok iyi biliyorum.
Çocukluk yıllarıma, ailemin seracılıkla uğraştığı o soğuk kış günlerine uzanıyor belleğim. Örtü altı tarımın yeni başladığı, 70 yılların başlarında, naylon seramız vardı. Domates, biber yetiştirirdik o zamanlar. Kış günleri hava ayaza çektiğinde herkes tek haber alma kaynağı olan TRT 1’den radyo haberlerine ve onun ardından sunulan hava raporlarına kulak kesilirdi. 19:00 ve 23:00 haber bültenlerinde sunulan hava raporları don olup olmayacağına dair son durumu bildirirdi. Demreliler, İzmir’in hava durumunu takip ederlerdi. Demre, İzmir’den bir iki derece daha sıcak olurdu. Haber bültenlerinde İzmir’in sıfır veya sıfırın altında eksi bir olması durumunda herkes don olacağını düşünerek tedbirlerini almaya başlardı.
İlkokul yıllarımda olmalı. Naylon seralarımıza soba kuramamıştık. Annem, henüz çiçek açmaya başlayan domates fidanlarımızın dondan zarar göreceği kaygısını taşıyor ve bir şeyler yapmalıyız diyordu. Kendince bir çözüm bulmuştu. Eski kitap ve defterlerimizin sayfalarını kopartıp, her yaprağı domates fidanlarının üzerine koyacaktık. Naylon serada geceleri oluşan çiğ damlaları kağıtların üstüne düşecek, böylece yaprakları buz tutmayacaktı fidanların. Sıkı sıkıya giyindik, koskoca bir seranın içinde yüzlerce domates fidanının üstüne kağıtları yerleştirdik. Annem Allaha dua ederek eve dönerken, soğuktan titreyerek evdeki sobanın başına koştuk. Ertesi gün okula gideceğimiz için soğuk yatağın içinde ısınmaya çalışarak uykuya daldık. Kağıtların yardımı olmuştu ve domateslerimize don zarar vermemişti.
Sonraki yıllarda önlemlerimizi daha erken alıp seraya sobaları kuruyorduk. Akdeniz’de don kaygısı hep olduğundan, sobada yakılacak odunlar nacaklarla yarılır, yağmura maruz kalmayacak şekilde korunurdu. Don olan günlerde konu komşu dereceyi takip eder, sıcaklık sıfıra düştüğünde herkes birbirini uyandırır, bir yandan sobalar tutuşturulurken, seranın içindeki ısının düşmemesi ve sobadaki ateşin sönmemesi için odun takviyesi yapılırdı. Diğer yandan ise sobaların üzerine konulan çaydanlıklar fokurdar, çaylar demlenirdi. Komşular çay içmeye gelirlerdi birbirlerine. Gecenin karanlığında oradan buradan insan sesleri yükselir, canlı bir gece yaşanırdı don günlerinde. Tüm bu çalışmalar, domates, biber fidanlarının dondan kavrulmaması, emeklerin boşuna gitmemesi içindi tabii ki.
Birden aklıma düştü. Bugünlerde nasıl korunuyordu seralardaki sebzeler? Artık tarımsal hayattan uzakta olduğum için, bunu kardeşim Ahmet Çalışkan’a sorup öğrenmek istedim. Büyük seralar soğuktan merkezi ısıtma sistemi ile korunuyormuş, kalorifer gibi. Geleneksel yöntemler de devam ediyormuş öte yandan. Odun sobaları ve tüp gaz ile ısıtılıyormuş seralar.
Aradan yıllar geçse de, hala Akdeniz’de çocuklar ve aileler domates, biber, patlıcan fidanlarının dona kurban gideceği kaygısıyla yaşıyorlar kışın soğuk günlerini.
Aylarca sıcaktan kavrulan Akdeniz insanı, çok kısa sürse de, soğuğu derinden hissediyor ve onun getireceği olumsuzluğun tedirginliğini yaşıyor.
İmren Çalışkan Tüzün / 30. 12. 2008