Anadolu’da Bohça Geleneği
Çocukluğumun Demre’sinin sessiz sokaklarında, kuşluk vakti inceden inceye yayılan bir kadın sesi duyulurdu. “Bohçacı geldi komşular, bohçacı.” Ardından şöyle devam ederdi. “ Elbiseliklerim, yatak çarşafı, yorgan çarşafı, yatak takımları, mutfak takımları, masa örtülerim var ….“ Büyük bir bohçayı sırtına vuran bu çingene kadınlar , kırsal kesimde yaşayan, çarşıya alış verişe gidemeyen kadınların ayağına yeni kumaşlar, modeller getirirdi. Annem, uzaktan seslenir, eve gelmesin diye, “bir şey almayacağım” derdi bazen. Bazen de kadının ısrarcı tavrı karşısında dayanamaz, “gel,hiç olmazsa dinlen su iç bari” diyerek eve davet ederdi onları. Bunu fırsat bilen bohçacı kadın, hemen bohçasını açar, sırayla göstermeye başlardı içindekileri. Gerçekten bazen güzel şeyler de çıkardı. Bohçacı kadınla annem bir pazarlığa tutuşur- annem pazarlıkta usta sayılırdı- bohçacı kadın, fiyatını neredeyse yarıya indirerek satmayı başarırdı elindeki malı. Anlaşamadıklarında ise “mal benim, o paraya vermem” der, telaşla toplardı bohçasını. Fırsatını bulduklarında bir malı iki katına sattıkları düşünülürdü. Çünkü, annem ve çevremizdeki kadınlar çingene kadınlara ütülme korkusu yaşarlardı o zamanlar. Bugünün deyimiyle “satış elemanı”ydı onlar.
Pek acıkmışsa, -ne de olsa bütün gün yollarda dolaşıyorlardı- “iki lokma bir şeyin yok mu, şu garibi sevindirsen”deyiverirdi. Sofrası herkese açık olan annem, hemen bulur buluşturur, ona bir şeyler ikram ederdi. Genellikle epeyce kilolu, güçlü kuvvetli bu kadınlar, başlarında poçu, ayaklarında üst donlarıyla, keyifli görünürlerdi onca yüklerine rağmen. Yerli kadınlar, onların hırsızlık yapmasından korkardı biraz da.” Bugünlerde bohçacılar dört bir yanı geziyorlar, kapıya bacaya dikkat edin” diye birbirlerini uyarırlardı.
Bohça, genç kızların, yavuklularına kaçarken, içine üç beş şey koyup, yanlarına aldıkları bir şey olarak da bilinir. Hatta türkülere de konu olmuştur sık sık.
Bir de düğünlerde yapılan bohça açma törenleri vardı.
Eskiden Anadolu’da düğünler üç gün üç gece sürerdi. Kız evinde yapılan kına gecelerinde geline, kız ve oğlan evinin aile yakınları, altın bilezik, kolye, yüzük, beşi bir yerde, Cumhuriyet ve Reşat Altınları takarlardı. Ekonomik durumu iyi olmayanlar ya da uzak akrabalar, konu komşu ise para iğneleyiverirlerdi, gönüllerinden ne koptuysa. Takılar, bir kadın tarafından , “ kayınvalide – kayınpederden bir çift burma bilezik, görümceden burmullu, oğlanın dayısından bir çift incili küpe “ şeklinde bağıra bağıra söylenir, herkesin duyması sağlanırdı. Burada oğlan evinden takılanlar daha çok önemsenirdi. Çünkü kız evi bu takıların karşılığını vermek isterdi. O nedenle kına gecesi kimin ne taktığı belli olur, ardından da daha önceden hazırlanılmış olan bohçalar gözden geçirilirdi. Özellikle ev içi; damat, kayınpeder, kayınvalide, görümce ve inilerin (kayınbirader) bohçaları düşünülür, ardından oğlanın amcası, halası, teyzesi ya da aile büyükleri önemsenirdi.
Bu bohçalar, gelin alması günü, sandığa ya da genişçe, büyük bir örme sepete konulur, gelinin arkasından oğlan evine gönderilirdi. Kurban kesilir, gelinin ayağı kana bastırılır, ardından, Anadolu’da, gelin eve girmeden yapılan ritüelleri gerçekleştirilirdi. Gelin, damadın olmadığı bir odaya alınırdı. O dinlenirken, birlikte gelen yengesi, halası ya da teyzesi oğlan evine sunulacak bohçaların başına geçerdi. Etrafını evde bulunan davetliler çevirir, büyük bir merakla bohçaların açılışına tanıklık etmek isterlerdi. Bazen sandığın üzerine bir kadın oturur, sandık açılmıyor derdi ve oğlan evinin vereceği parayı beğenirse kalkar ve sandık açılırdı. Adettendi, ilk önce damat bohçası açılırdı. Bu bohçada neler yoktu ki; mendili – eskiden kızlar mendillere çok özen gösterirler, dört bir tarafını kuşlarla işlerlermiş-, para kesesi, terliği, tesbihi, lifi, çorabı, dantelle örülmüş namaz takkesi, iç çamaşırı, pijama takımı, gömleği, kumaş takım elbiseliği, – altın yıldız olması iyi bir kumaş olduğunu gösterirdi - kanaviçeyle işlenmiş, ucuna dantel dikilmiş yatak takımı, havlu takımı –şimdilerde dantel de dikiyorlar-, en altta da seccadesi. “Pek güzelmiş, Allah sindirsin, güle güle giysin, iyi geçincemeler versin Allah “ sözlerine “inşallah” duaları karışırdı. Hemen arkasından kayınvalide ve kayınpederin bohçasına geçilir, onlara da iyiden iyiye bakılır, incelenirdi. Kayınvalide ve kayınpedersin bohçalarında geleneksel dokuma gömlek –eski deyişle gönek-,don da görüldüğü olurdu. Ayrıca kayınvalide görümce bohçalarında patikler, boncuklu tülbentler ve oyalı yazmalar da bulunurdu. Ev halkından, akraba zincirine doğru kayar giderdi bu ritüel. Eğer etraftakiler beğenmişse bohçaları, yenge kurumlanır, göğsü kabarırdı.
İçindekilerin yanı sıra bohçalar da pek güzel olurdu. Çok eskiden kadınlar elleriyle renkli ipeklerle işlerlermiş bohçaları. Daha sonraları hazırları da çıkmaya başlamış. Anneler bu bohçaları özenle seçerlerdi. Damadınki genel olarak beyaz olurdu, diğerlerinin ki renkli. Setan bohçalar zenginliğin işaretiydi. Düğün bohçaları da çoğunlukla bohçacı kadınlardan alınırdı zaten.
Günümüzün modern yaşamında sadece gelinlere takı değil, damatlara da takı takılıyor artık.
Geçenlerde katıldığım bir nikah töreni beni bu konuda epeyce üzdü.
Kız ve oğlan tarafı arasındaki konum farklılığı açıkca görülüyordu. Oğlan tarafı gösterişli, kız tarafı ise neredeyse kimsesizdi. Konukların tüm altınları damada taktığını görünce dayanamadım, düşüncemi söyledim.” Geline takılırdı eskiden, şimdilerde damada, geline takın lütfen “dedim. Bir tarafın varlıklı, diğer tarafın yoksul olması, bu insanın içine dokunuyor doğrusu.
Bugünün anneleri bir şekilde bohça geleneğini sürdürmek istiyor. Çünkü kadınlar kızlarının düğününü düşünerek eskiden sandıklarında şimdiler de ise bavullarında sürekli bir şeyler alıp biriktiriyorlar. Geçmişin bu geleneğini bir şekilde sürdürmek istiyorlar. Belki haksız da sayılmazlar.
Bugünün kızları, benim gibi, bohça geleneğini pek benimsemiyorlar, onaylamıyorlar, hatta bohça sunarlarsa küçümseneceklerini bile düşünüyorlar.
Ah biz kızlar, hep annelerimizden farklı bir hayatı hayal ederek yol alırken, bir gün bir de bakıyoruz ki, annemizin halleri içinde buluveriyoruz kendimizi. Gecikmiş bir bohçayı sevinçle açabiliyoruz mesela.
Bohçacı kadınların kavruk sesleri gibi bohçalar da usulca çekiliyor yaşamımızdan. Sandık diplerinin karanlık dehlizlerinde ya da bir bavul ve çekmece içlerinde sessizce varlıklarını sürdürüyorlar yine de zamana inat….
İmren Çalışkan Tüzün