Annemin Öksüz Kalan Çiçekleri
Geçmişe dönmek istediğinizde , gözlerinizi kapatıp bir “an”yakalamak istersiniz belleğinizden. Ah o anlar, ne çok şey ifade eder bizim için. Derinlerde bir yerlerde duruyorlar ve hatırlanmak için bekliyorlardır belki de. Bir de, geçmişe, çocukluğa kadar uzanıyorsa bu anlar, içinden görüntüleri seçip ayıklamak gerekir .
Ne zaman evimizi, çocukluğumu gözümün önüne getirsem, bir kadın görüntüsü belleğimde. Annem, uzun kışlardan sonra, bahar temizliği için evin duvarlarını badanalar, tahtaları telllerdi. Duvarlara mavi çivit , evin tabanı için ise sarı tahta boyası kullanırdı. İki katlı evimizi , üç gün süren temizlikten sonra pırıl pırıl yapardı. Halıları, kilimleri yıkar, yatak ve yorgan yüzlerini kazanlarda kaynatır, sonrasında bem beyaz asardı onları tellere.
Ev içi temizliği bitti mi , geniş beton avluya gelirdi sıra. Kışın çoktan tüketilmiş zeytinyağı tenekelerinin kapağını özenle açardı annem. Bunlara samurayı doldurur, çiçekler dikerdi. Ev badanasından kalan kireci sürerdi tenekelerin üzerine. Evin etrafına dizdiği tuğlaların ya da briketlerin üzerine sıralamaya başlardı çiçeklerini. Bugün bile beyaz tenekelerin üzerinde açan çiçekler belleğimdedir. Neler yoktu ki bu çiçekler arasında: Karanfiller,kedi tırnakları, küçük orospular, karagözler,ikindi sefaları, aslanağzı, küpeli, aşk merdiveni ve kaynana dili. Saksılarda rengarenk açardı onlar. Baharda asma ağacı yapraklanır, çiçekler olabildiğince yeşillenir, bir renk cümbüşüne dönüşürdü evimizin önü.
Eskiden, birçok evde buğday ambarları bulunurdu. Hasat edilen arpa ve buğdaylar ambarlarda saklanırdı. Şimdi fotoğrafı bile kalmayan ambarımızın hemen köşesinde bir gül ağacı vardı . Pembe açardı. Bu gül ağacı aynı zamanda dilek ağacıydı. Hıdırellez’den bir gece önce, dileğin yerine gelmesi için küçük bir minyatürü yapılır ve gül ağacının yanına konulurdu. Aklımda kalan, ağabeyimin evlenmesi için küçük bir gelin yapıp koymasıydı annemin.
O, sadece saksı çiçekleri değil, asma ağacının hemen yanına kasım patılar, fatmana gülleri, fasülye çiçekleri, fesleğenler ve cennet süpürgeleri gibi toprakta yetişen çiçekler de dikerdi. Sonbaharın ilk yağmurlarından sonra nasıl da çok açardı o beyaz kasımpatılar. Fatmana gülleri ise çoğunlukla pembeydi belleğim yanıltmıyorsa.
Daha sonraları , Japon güllerine merak sardı annem; kırmızı açan Japon güllerine. Kışın yapraklarını döken bu ağaç, baharda yeşil yapraklarıyla birlikte tomurcuklanmaya başlar, güllerini açardı yavaş yavaş.
Çocukluğumun yaz aylarında kendimiz için bile zar zor su bulurken, tenekelerle su taşır, onları sulardık akşam üzerleri. Annem bir yere gitsek çiçeklerimiz susamıştır çoktan der, aceleyle eve dönerdik yaz ikindileri. Sonraları , eve çeşme suyu alındığında hortumla doya doya sulamaya başlamıştı çiçeklerini.
Mayıs’ta, onu yitirişimizin yıldönümünde, artık kapısı kapalı olan evimizi ziyaret ettim. Annemin gülleri, Japon gülleri, fasülye çiçekleri açmıştı. Çiçeklerin yanında onlara nispet yapar gibi muşmula ağacı meyvelerini olgunlaştırıyordu bir yandan. Terkedilmiş evin çocuğu olarak, yaşadığımız o çıvıltı dolu günleri anımsadım ister istemez.
Annemin öksüz kalan çiçekleri bana onu sorar gibiydiler. İnsanlar gidiyor, çiçekleri kalıyor geride. Bir an annemi çiçeklerini arkasına almış, onlara sevecen gözlerle bakarken, çayını yudumladığını hayal ediyorum.
Ne çok severdi çiçekleri ve çayı.
Söylediği bir söz kulaklarımda çınlar hala : “Elinden bir şey bitiyorsa, yeter ki kökünü yere değdir.”
İmren Çalışkan Tüzün