Pişi Kokuları Arasında Geçerdi Arife Günleri

Geleneklerine bağlı bir ailede geçti çocukluğum. O nedenle belleğime kazınmıştır bayram arifeleri. Bir yandan bayram temizliği diğer yandan o güne özgü geleneksel olarak yapılıp dağıtılan pişiler, tepsi ekmekleri, çörekler.  Büyük ailenin toplandığı akşam yemekleri için pişirilen et yemekleri, keşkekler.

Bayram arifelerinde pişi yapmak ailemin gelenekleri arasında önemli bir yer tutardı. Onlara göre arife günlerinde pişi yapmak, “ yağ kokutmak”  geçmişi yad etmek ve şükran duymaktı.  Bu aynı zamanda bir şölen gibiydi. Sabah erkenden kalkan annem, büyük demir leğene değirmende öğütülmüş unu bolca doldurur, un ambarının bir köşesinde saklanan mayayı ıslatmış olurdu akşamdan. Un, maya, tuz ve suyu yavaş yavaş karıştırarak hamur haline getirirdi.  Belli bir kıvama geldikten sonra üzerine beyaz bir bez örtülür, güzel kabarsın diye hamur kalınca bir battaniyeyle de kaplanırdı. Akşamüstü saat üç ile dört arasında pişirme işlemine geçilirdi. Odunlar üst üste konularak büyük bir ateş yakılır, iyice tutuştuktan sonra da üzerine saç ayağı yerleştirilirdi. Siyah, büyük bir tencerenin içine bolca zeytinyağı boşaltılır ve yağın kızması beklenirdi birkaç dakika. Yağın iyice kızdığına kanaat getirdikten sonra demir tepsiyi yağlardı annem hamur yapışmasın diye. Hamurdan kopardığı küçük bir parçayı yuvarlak hale getirirdi maharetli elleriyle. Ortasına delik açar, kızgın yağın içine bırakırdı. Hamur yavaş yavaş kabarmaya başlardı. Yanmasın diye maşayla ters yüz eder,  güzel kabarsın diye arada bir tencereyi sallardı. Bu arada kokular etrafa yayılmaya başlar, yoldan geçenlerin burnuna ulaşırdı hemen. Biz çocuklar ilk çıkan pişileri yemek için annemden izin isterdik. Demir bir tepsi içinde üst üste yığılan pişileri alarak bazen ben bazen de kardeşlerim  dağıtmaya çıkardık. Önce en yakın komşulara ardından uzaktakilere. Çoçukların okul çıkışına denk gelirse onlara da verirdik birer tane. Eve de kalırdı pişilerden bayram sabahları için.  Aslında karşılıklı bir paylaşımdı bu. Komşularımız da bize pişi, çörek ve tepsi ekmeği gönderirlerdi. Ekmek mendili çörekler, pişilerle dolardı.

Öte yandan, kurbanlık için alınan keçiler ya da koyunlara o gün daha bir özen gösterilirdi. “Çocuklar bakın, keçi aç susuz kalmasın, ipine dolaşmasın hayvancağız” denirdi. O keçiler, kuzular bir gün sonra başına geleceğini hissedermiş gibi daha bir durgun, düşünceli olur, yemeden içmeden kesilirlerdi. Belki de sürülerinden ayrılmanın tedirginliğiyle.

Akşamüstleri, ikindi namazından önce, demir bir kürek üzerine aldığı közleri kapının eşiğine yerleştirir, üstüne buhur koyardı annem. O buhur kokusu tüm evi kaplardı neredeyse. Annemin çok özenle sakladığı biricik kitabı, “Kur’an”ı  arife akşamüstlerinde okuyuşları bugün bile kulaklarımdadır hala.

Arife akşamlarında büyüklerin evine gelirdi küçükler. Hele babaanneler, dedelerle yaşıyorsanız hep konuk ağırlayan sizin aileniz olurdu. Bizim evde bayram arifelerinde mutlaka et pişirilmeye çalışılırdı. Bunun için o gün kasaptan kırmızı et alınırdı mutlaka. Bunda da “kokutma” geleneğinin izleri vardır aslında. Kemikli et tereyağıyla hafif kavrulduktan sonra, soğan, salça ve kırmızı biber eklenerek biraz daha kavrulur, daha önceden soyulup irice doğranan patatesler de atılır tencerenin içine, kararında suyla pişirilirdi. Nedense pek lezzetli olurdu bu et yemekleri. Çorba, keşkek ve tatlı mutlaka sofrada yerini alırdı. Böyle akşam yemeklerinde yere serilen sofra bezinin üzerine büyük bir sini yerleştirilirdi.  Herkesin diz çöküp oturduğu bu yer sofralarında aynı tabaktan yenirdi. Her lokmanın paylaşıldığı günlerdi o zamanlar. Evin hanımı, genellikle annem ayakta kalır, hep sofranın ihtiyaçlarını karşılardı. Şimdi düşündükçe annemin o ayakta kalışlarına üzülürüm biraz da. Akşam yemeği sona erer,  evin büyüğü sofra duasını okur,  sofrada bulunanlar ellerini açıp duaya katılır, “Amin” dedikten sonra “ Fatiha Suresi”ni okurlardı. 

Akşam yemeklerinin ardından içilen kahveler, çaylar ve sohbetler. Ertesi günü, bayramda giyilecek giysilerin ütülenmesi,  evin derli toplu olması için annemin telaşı sürer giderdi gece
boyunca. Her şey geleneklere uygun olsun, bayram huzur içinde geçsin isteğiyle yapılırdı.

Herkese kapısı açık, “paylaşma” isteğiyle dolup taşan ailem, annem ve babam artık aramızda değil. Onlardaki bu paylaşma duygusunu, yoksullara karşı ilgilerini ne kadar da özlüyorum şimdi.

İmren Çalışkan Tüzün