Döneceğim Ev Yok Artık

Ailemle birlikte geçirdiğim çocukluk yıllarımdaki evimiz; odaları, bahçesi her şeyiyle belleğimde yer alıyor. Çocukken, annem- babam bizi kısa süreliğine bırakıp bir yerlere gittiğinde, onların hemen eve dönmesini isterdim. Birgün , o aile evini terk edeceğim pek aklımıza gelmezdi. O günler öylece sürüp gidecekti sanki.

Evden ve aileden ilk kopuşumuz okula gitmekle başladı. Artık, günümüzün önemli bir kısmını okulda geçiriyorduk. Annemizin, babamızın yerini öğretmenimiz almaya başladı. Okul bitiminde evin yolunu tutardık büyük bir sevinçle yine de. Akşama kadar hayatla mücadele eden ailemizin yorgunluğuna pek aldırış etmez, evin altını üstünü getirmeye bayılırdık.

Evden, annemden ayrılığı daha ilkokul çağlarında yaşamaya başladım. Yaz aylarında babaannemle birlikte Gömbe’ye göçerdik. Akşamüstleri, pencereyi ucu ucuna kaplayan perdenin arkasına saklanır, gizli gizli ağlardım. Ağlayışım birşeyden yoksunluktan değil, annemden uzak kalışımdandı. Oysa, insanlar bol suyu, çayı, çeşmesi olan Gömbe’de akşamüstleri pek mutlu olurlardı.

Demre’de Lise olmadığı için Ortaokul’dan sonra yine bana yol göründü. O yıllarda Demreli öğrenciler Liseyi okumak için, Kaş’a, Finike’ye,Elmalı ya da Antalya’ya giderdi. Antalya Lisesi’nde okumak üzere, ailemi yeniden terk edecektim. Amcamın vasıtasıyla Erzurumlu bir ailenin yanına yerleştirildim. Ben, her an herkese kapısı açık bir evde hayata başlamıştım. Kimin, ne zaman gelip, ne zaman gideceği belli olmazdı. Misafir her şeyin üstünde tutulurdu ve evde yaşayanların hayatı sanki çok da önemli değil gibiydi. Misafir deyince akan sular dururdu. En iyi yemekler onlar için yapılır, şekerler onlar için saklanırdı. Oysa, kaldığım Erzurumlu ailenin hayatı öyle yürümüyordu. Apartman hayatında komşuluk ilişkileri sınırlıydı. Yurda Abla sabah erkenden işe gidiyor, Cevriye Teyze ise geç kalkıyor, keyifli kahvaltılar yapıyordu. Onların hayatının merkezinde kendileri vardı, misafirleri değil. Eve gelecek olan misafirler önceden haber veriyor, ona göre hazırlık yapılıyordu. Televizyon yeni çıkmıştı, Amerikan filmleri izliyorduk bol bol. Bir de kitaplığı vardı evin. Dostoyevski, Balzac, Tolstoy, Emil Zola’nın kitaplarının bulunduğu. Tutkuyla okuduğum ve farklı hayatları içselleştirdiğim kitaplardı onlar.

Aynı zamanda,  kaldığım ev o zamanlar tam adını koyamadığım ama hissettiğim bir duyguyu da yaşatıyordu bana. Öteki olmak, onlardan olmamak duygusuydu bu. Davranışlarımın eleştirildiği, ayakkabımdan, giysime kadar herşeyimin değiştirilmesi  gereken bir insandım onlar için. Sonuçta o evde bir yabancıydım ve her adımımı onlara sorarak atmam gerekiyordu ya da ben öyle hissediyordum.

Sonra başka evler, yurtlar girdi hayatıma. Arkadaşlarla evleri paylaştım, yurtlarda ranzaları. Yakın zamana kadar beni bekleyen , yolumu gözleyen annem ve içinde yaşadığı evimiz vardı. Zaman geçti, annemi kaybettim. Daha sonra evimizde babam oturdu bir süre. Ev alt yapı eksikliği nedeniyle boşaltıldı, babam yeni bir eve taşındı. Evden eşyalar taşınırken orada değildim.

Geçenlerde Demre’ye gittiğimde iki katlı, içten merdivenli evimizi ziyaret edip, odalara göz gezdirdiğimde, içime büyük bir hüzün çöktü. O ev, yaşanılanlarla, odalarıyla, benim hayalimde, belleğimde kalan ev değildi artık. İsimler vermiştik evin odalarına. Misafir odası, bizim ev, Emine Teyzemin evi, taku tuku ev gibi. Ev içinde evler vardı .

Belleğimde kalan her şey viraneye döndü o an. İçimden dedim ki : ”Döneceğim Ev Yok Artık”.

İmren Çalışkan Tüzün