Dostoyevski Müzesi'ne Ziyaret
Bazı yazılar, günlükler vardır; zamanında gün ışığına çıkma fırsatı bulamazlar. Yazıldıkları defterlerde ya da kağıtlarda beklerler. Belki hiç bir zaman okuyucuya ulaşma şansını bulamazlar. Öylece bir köşede kalırlar
Ünlü bir yazarın günlükleri ise gün gelir, derlenip toparlanır, okuyucularına ulaşır. Dostoyevski'nin günlükleri de " Bir Yazarın Günlüğü" adı altında Kayhan Yükseler çevirisiyle (Yapı Kredi Yayınları, 2cilt) Türkçeye kazandırıldı. 1821 yılında Moskova'da dünyaya gelen Dostoyevski, orta sınıf bir aileden geliyordu. Babası yoksullar hastanesinde cerrrahtı. Hem kendi ailesinin çektiği sıkıntılar, hem de çevresindeki yoksulların yaşamı onun romanlarının temel konularını oluşturur.
Onun romanlarıyla tanışmam lise yıllarıma rastlar. İlk okuduğum kitabı "Suç ve Ceza"dır. "Kumarbaz", "Karamazof Kardeşler" ve "İnsancıklar" sevdiğim yapıtları arasında yer alır.
"Bir Yazarın Günlüğü" adlı kitap, 2003 yılında St. Petersburg'da ziyaret ettiğim Dostoyevski Müzesi'ni anımsattı bana. O günlere ait notlarımı bu vesileyle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Petersburg, 04.07.2003; Nevski Prospekt caddesi boyunca yürüdükten sonra, Radison Hotel'den Viladimirskaya Caddesi'ne saptım. Elimdeki şehir haritasına rağmen, müzeyi bulmam kolay olmadı. Dostoyevski Müzesi'nin nerede olduğunu sorduğum genç kızlar, hemen biraz ileride bulunan müzenin nerede olduğunu bilmediklerini söylediler. Kendi sezgilerime dayanarak, önünde küçük bir turist grubun içeriye girmekte olduğu köşedeki apartmana ulaştığımda duvara kazınmış Dostoyevski rölyefini görünce içim rahatladı. Giriş ücretini ödeyip, çantalarımı vestiyere teslim ettim. Küçük bir Alman grubun dışında kimsecikler yoktu müzede. Dostoyevski'nin son oturduğu ev müze haline getirilmişti.
Girişte, Dostoyevski'nin özel eşyaları, -çantası, şapkası ve bastonu- sergileniyordu. Çalışma odasında iki küçük kütüphane, çalışma masası, masanın arkasında ise büyükçe bir kanape bulunmaktaydı. Masanın üzerinde duran yarı dolu çay bardağı ve defterler, kitaplar sanki orada onun varlığını daha da duyumsatıyordu. Dostoyevski, geceleri çalışıyor, daha sonrada odada bulunan kanapede uyuyormuş. Oturma odasının sağında bulunan yemek odasındaki masanın üzerinde çok şık fincanlar duruyordu. Herşey öylesine özenliydi ki, bir konuk bekleniyor havası veriyordu oda adeta. Odada bulunan mobilyalar o devrin zevkini yansıtıyordu. Yemek odası, Anna Grigorievna'nın odasına açılıyordu, onun çalışma masasının üstü de notlarla doluydu. Karşı taraftaki salonda Dostoyevski'nin kitapları, Saint Petersburg'un litografileri, Avrupa'da kaldığı kentlerin - Milano, Venedik, Londra,Dresden - küçük baskıları sergilenmişti. Dresden'de bir seneye yakın kalmış ve kızı orada doğmuştu.
Bu bölümde diğer büyük yazarların ve Dostoyevski'nin çeşitli fotoğraflarını görmek de mümkün. Onun romanları kendi ülkesinde kabul gördükten sonra diğer dünya dillerine çevrilmeye başlamış.
Kullandığı eşyaların, kalemlerinin, notlarının ve birçok şeyin korunup, yaşadığı evin müze haline getirilmesi, aynı zamanda o yazarın dünyasını tanıma ve hissetme olanağı veriyordu ziyaretçilere. "
Antalyalı olan Macit Selekler, Baki Süha Edipoğlu'nun doğduğu evler şimdi ne durumdadır acaba? Onların yaşadıkları evlerin onarılıp, müze haline getirilmesi düşünülemez mi?
İmren Çalışkan Tüzün