BAŞKA BİR EVDE OLMAK...
“Uluslararası Strumica Plastik Sanatlar Buluşması”na katılmak üzere 01 Ağustos 2003’de evden ayrıldım. Her yolculuk benim için bir bilinmezlik ve farklı kültürleri tanımak demektir. Makedonya’nın bu küçük şehrine ulaştığımda ilk durağım, Strumica Kültür Merkezi’ydi. Fincanlarda kahveler içildi, ardından karpuzlar yenildi, çoğu İngilizce, üç beş Türkçe kelimeyle de olsa sohbet edildi. Sıra üç haftamı geçireceğim evi göstermeye gelmişti. İki Makedonyalı sanatçı çoktan yerleşmişti eve. Sanat Buluşmasının sorumlusu, Kültür Merkezi Yöneticisi bana evi tanıttı.Kalacağım odayı seçmemde yardımcı oldu. Benim odam, ailenin yatak odası olmalıydı. Odada yatak , tuvalet masası, çocuk oyuncaklarının bulunduğu bir köşe, boşaltılmış bir elbise dolabı bulunuyordu. Temiz, sade yatak örtü ve çarşaflarıyla bir başkasına ait bir yatakta uyuyacaktım üç hafta boyunca.
Bu ev kime aitti? Sahipleri neredeydiler şimdi? Yaşayan, canlı bir eve benzemiyordu öte taraftan.İlerleyen günlerde diğer sanatçılarla, üstünde dantel bir örtü bulunan masada uzun akşam sohbetleri yapıyorduk. İnsan kendisine ait olmayan mekana da alışıyor zamanla. Yine de evin kime ait olduğu, bizden önce kimlerin yaşadığı sorusu sürekli peşimden geliyordu.
Uzun bir çalışma gününün ardından eve gelip, banyo yapmış, yatakta uzanıyordum. Benden sonra Makedonyalı sanatçı duş almak üzere banyoya girmişti. O sırada kapı zili çaldı. Herkesin anahtarı olduğu için kapı zili çalışıyla ilk defa karşılaşıyordum bu evde. Kalktım, kapıyı açtım. Karşımda oldukça zayıf, neredeyse avurtları çökmüş, saçları sarıya çalan bir kadın duruyordu. Biraz da şaşkınca; Makedonca bir şeyler söyledi. Ben de İngilizce konuşup konuşmadığını sordum. “Evet , biraz konuşuyorum, ben bu evin sahibiyim, içerden bir şeyler almak istiyorum” dedi.
Bana bu evin bir sahibi olduğu ve aynı kentte yaşadığı söylenilmemişti daha önce. O nedenle tanımadığım bir insanı , ev sahibiyim de dese içeri almakta tereddüt ettim bir an. “Ben sizi tanımıyorum, sizi eve almamın doğru olup olmadığından da emin değilim” dedim. Bu biraz kendime de tuhaf gelen sözlerdi. Ancak kadın israr ediyordu eve girmekte. “Tamam , buyrun girin” dedim sonunda.
Kadın eve girdi, banyoya doğru yöneldi önce. Sonra hemen vazgeçti, bir dolabı açtı, oradan bir tomar fotoğraf çıkardı, salondaki masanın üzerine yaydı. Özellikle kendisinin ve eşinin gençlik yıllarına ait, evlilik töreni esnasında çekilmiş fotoğrafları gösterdi. Ne kadar genç ve güzel bir kadın duruyordu o fotoğraflarda. Kadın evin sahibi olduğunu bu davranışıyla bana hissettirdiğinde, ne yapacağımı bilemedim. Hemen özür diledim, kadın özrümü kabul ettiyse de , ben hala olayın şaşkınlığı içerisindeydim. Evine birisinin sahip çıkmasından hoşnut görünüyordu.
Sıra neden evinden uzakta olduğunu anlatmaya gelmişti. Kadının eşi ve yirmi sekiz yaşındaki üniversite bitirmiş, yabancı dil bilen oğlu birkaç aydır işsizdi. Bu nedenle evlerini Strumica Kültür Merkezi’ne altı aylığına kiraya vermek zorunda kalmışlardı. Tüm aile annesinin evine yerleşmişti. Kadın, bu zor dönemde on kilo birden zayıfladığını, elli beş kilodan kırk beş kiloya düştüğünü anlatıyordu. Söylediklerini büyük bir ilgiyle dinliyordum. Masada çakılmış gibi otururken, o evine göz gezdiriyordu. Alacağı şeyleri çantasına koydu.Kadın evi terketmeye hazırlanırken, kendimi affettirmek istercesine, ona, getirdiğim çerezlerden ikram ettim.
Evin kime ait olduğunu düşünürken ev sahibi ile bu şekilde karşılaşmak, hikayesini dinlemek hüzün vericiydi.
Strumica Sanat Buluşması’nın son günü arkadaşlar beni bir kadının aradığını söylüyorlardı. Kimin aradığını bilmiyordum. Akşam yemeği esnasında, beni, banka oturmuş bir kadının beklediğini ve benimle konuşmak istediğini ilettiler. Şaşırmıştım, kim olabilirdi ki? Yanına gittiğimde ev sahibi kadınla karşılaştım.
“Seninle tanışmaktan memnun oldum, tekrar karşılaşmayı umuyorum” diyordu. Kısa konuşmamızın ardından yanında getirdiği hediyesini verdi bana.
Strumica’da , son gecemi geçirecektim evinde. Eğer onunla tanışmasaydım, ev sadece mekan olarak kalacaktı belleğimde. Her ne kadar duvarların dili olsa da , evlere hayat veren insanların yaşadıkları ve anlattıkları öykülerdir.
İmren Çalışkan Tüzün