Doğa
Doğduğumuz ve çocukluğumuzu geçirdiğimiz coğrafyanın, doğayla ve zamanla ilişkimizin şekillenmesinde önemli bir yeri vardır. Eğer, hayatımız küçük bir kasabada ya da kırsal kesimde başlamışsa, doğanın insan yaşamı üzerindeki etkisini daha çocukluktan itibaren duyumsarız. Gün içerisinde, farklı mevsimlerde doğanın değişkenliği bizi daha çok etkiler. Öyle zaman gelir ki, doğanın gücü karşısında insanın çaresizliğine tanık oluruz. Oysa, kentte doğup, büyüyen bir çocuk, doğanın gücünü ve ne kadar önemli olduğunu kırsal kesimde yetişmiş bir çocuk kadar algılayamaz.
Kocaman mavi bir gökyüzü, boşlukta bazen koyu gri bazen de bembeyaz bulutlar, kapkaranlık ya da yıldız dolu geceler, ansızın başlayan yağmurlarla gelen ve bir türlü bitmek bilmeyen kışlar, ilkbaharı yaşamadan gelen yazlar… Bizim dışımızda gelişir doğa olayları ve biz genelde onun seyircisiyizdir.
Güven Turan’ın şiiri de, yukarıda vurguladığım küçük kasabada yaşamış olmayı ve bu nedenle doğayla iç içeliği yansıtır. Doğayla ilişkisinin izlerini, “Görülen Kentler”de yer alan “Gerze” şiirinde görüyoruz.
Doğdun burada
burada bulutların
geçişini gözledin
burada
atmacan oldu
kedin
pavurya avladın
yosunlarda kaydın
ıslandın
yunus olduğunu öğrendin
tifrin balığının
sokak savaşlarına katıldın
mahallende
erik çaldın kendi
bahçenden
Her şey oturuyor yerli yerine
zambak kokusu
hamsi sisi
Nergizli Yazı
Acısu
hepsi
…
( görülen kentler, sayfa 7)
Bu şiir bize Turan’ın, deniz kenarında, bahçe içinde, doğayla ve diğer canlılarla iç içe geçen, mutlu ve özgür çocukluk günlerini duyumsatıyor. Yaşam doğanın içinde başlar, neredeyse her şey sorunsuzdur. Yaşamda kalmanın ilk bilgileri de burada edinilir.
Karadeniz’in doğa ve iklim yapısını duyumsatan bir başka şiirinde ise bir yanda mevsimlerle giysi değiştiren ağaçları, diğer yanda Karadeniz’in sürekli yeşil görüntüsünü yansıtan çamları, ladinleri ve köknarları ele alıyor şair, doğanın karşıtlıklarını ortaya koyarak.
Sıcak
yoğunlaşan bulutlar
sağnak
Ağustos başı
ilk işaretini veriyor
doğa
çınarlara, at kestanelerine
ıhlamurlara
beklenilen
renk değişimi
çamlar,ladinler
köknarlar
güzü tanımaz
ilkyazı da
(gizli alanlar, sayfa 44)
Şiirlerinde, kış ve yaz mevsimini ele alırken, kış aylarına daha sevecen yaklaşıyor şair. Aşağıdaki şiirinde çocukluğunda uzun süren, güneşin görünmediği, yağmurlu günlerin hüküm sürdüğü kışlara gönderme hissediliyor.
Yağmurda ağırlaşan
Güller
pencereden bakmak
gece
gün batımı
yaşanmamıştır
(cendere, sayfa 8)
Turan, yaz mevsimini kış mevsimine göre daha düz ve sığ görmektedir.Diğer insanların büyük değer atfettiği, eğlence ve tembelliğin hüküm sürdüğü yaz aylarının izini göremeyiz onun şiirlerinde.
Sabah çok erken kalkmak
Bulutların ve pusun
göğü dokumasını
izlemek
Güneş yükseldikçe
gök boşalıyor
Yaz göğü
Yaz tekdüzeliktir
(Cendere, sayfa 48)
Sabah uyanıldığında
sis
Bir gün öncenin sıcağı
sürmekte
Uzakta
dağların ince çizgisi
bulut mu
gölge
Keman seslerini beklemek
boş
(Cendere, sayfa 16)
Karadenizin deli dalgaları, öfkesi bilinir. Şair, çocukluğunda ne hikayeler dinledi kimbilir Karadeniz’in yutup götürdüğü insanlarla ilgili. Deniz, daha çok fırtınalarla, şimşeklerle hissediliyor şiirlerinde. Denize karşı korkusunu, dalgaların onu alıp gideceği duygusunu daha ilk gençliğinde yaşadığına tanık oluyoruz.
…
En son ne zaman yürümüştün
Sahil Gazinosu’nun durduğu ahşap iskelede
hani bir zamanlar korkardın
tahtaların aralığından
kayıp dalgalara
karışacaksın diye
…
( görülen kentler, Samsun, sayfa 128)
…
İnsan yutan kumsallar
neyi imliyordu
Okundu ve unutuldu
Bilmek için çok geç
(Cendere, sayfa 55)
Doğayla içi içe geçen çocukluğunun ardından Sinop ve Samsun’a gelmesiyle kentle tanışır. Güven Turan, büyük kentlerde yaşamaya başlayınca doğadan kopar. Kentte, kapalı mekanlarda, mevsimleri hissetmek mümkün değildir artık.
İki duvar arasında
mevsim yok
Ya erken bir ilkyaz
ya sürekli
kış
…..
(gizli alanlar, sayfa 21)
Zaman
Zaman dediğimiz kavram, küçük yerlerde güneşin doğup, batışıyla şekillenir. Güneşin yavaş yavaş yükselmesi ve batması, günün başlangıcını ve bitişini belirler. Bu öyle bir şeydir ki, orada yaşayanların günlük yaşamını biçimler. Saate göre hareket edilmez genelde ve yaşam yavaş işler oralarda. Zaman iki kesin dilime ayrılmış gibidir. Oysa kentte zaman öyle mi? Kent yaşamında her şey saatlere göre belirlenir, bazen dakikalarla bile hareket edilir. Yaşam daha hızlı aktığından devingendir kent. Sabahtan akşama yapılacak işler saatlere göre belirlenir.
gizli alanlar’dan Cendere’ye uzanırken Güven Turan, zamanı iki kesin bölüme ayırıyor.: “Gün” ve “ Gece”. Ancak, gün ve gecede yaşanan duygularda değişen pek bir şey yok gibidir.
“Gece uçsuzdur/Gün uçsuzdur “ (gizli alanlar, sayfa 17,18)
derken Turan, zamanın sınırsızlığını duyumsatıyor bize. Zamanın uçsuz bucaksızlığı, çocukluktan kalma , zamana ait endişelerin olmadığı , yaşamın henüz daralmadığını mı imliyor şair?
Cendere’de ise farklı bir zaman anlayışıyla çıkıyor karşımıza.
“gece saati kurmaktır/ Gün saati kurmaktır” dizeleriyle zamanın kısıtlılığını, daha değerli olduğunu hissediyoruz. Kentte, günü ve geceyi, hatta dakikaları bile hesaplayarak yaşama zorunluluğu vardır. Ayrıca, zamana yetişememek, yapmak istediklerine yapamayacakmış gibi bir duygunun da yansıtılmasıdır.
Gece izsizdir / Gün izsizdir (cendere, sayfa 29,30)
Gece adsızdır/Gün adsızdır (cendere, sayfa 41,42)
Gece yakıcıdır/Gün yakıcıdır(cendere, sayfa 53,54)
İnsan yaşamında öyle dönemler vardır ki, onu devam ettirmek , daha iyi olanaklara ulaşmak adına,çalışma yaşamı öne geçer. Böyle dönemlerde insan kendinden uzaklaşabilir. Geçirdiğimiz günlerin anlamını bulamayabiliriz. Herhangi bir iz bırakmaz bizde ya da adını koyamayız yaşadığımız günlerin. Bu anlamsızlık, günü ve geceyi kaçırmışlık hali içimizde bir eksiklik yaratır ve kendimizi cendere içinde hissederiz.
Gündüz insanı mı yoksa gece insanı mısınız? Bazı insanlar varlıklarının anlamını gündüzde bulurken, bazı insanlar için ise gece önemlidir. Gece, onlara çekici gelirken, hem bir belirsizlik hem de o çekiciliğin gizemini yaşarlar. Küçük yerlerde, yaşam, gündüz anlamlıdır, gece ölüdür neredeyse. Akşam saat sekizde gece olmuştur , artık yaşam bitmiş gibidir. Şehirde ise iş yaşamı saat altı yedi gibi sona erer, akşam ve gece o saatten sonra başlar. Turan’ın şiirinde bu hızlı gece yaşamından çok, gecenin anlamını bulma çabası vardır.
Dolunay olmaya hazırlanan
gökyüzü
Kentten ayrılmasaydım
bilemezdim
yeni ayın çıktığını
karanlık bir gece bırakmıştım
ardımda
ışıltılı bir geceden
sonra
…
(gizli alanlar, 51)
Yıldızsız ve
mehtapsız bir gecede
yürümek
Hiçbir şey görmemek
bir koku
Kekik ezilmiştir
Nerede olduğunu biliyorsun
(cendere, 15)
Tensellik
“Gece teni aramaktır/Gün teni aramaktır” diyor şair gizli alanlar’da. İnsan kendi teninin ve başkasının teninin farkına ne zaman varır. Ten hemen hissettirir mi kendini öyle. Belki annemizin ya da bizi seven birinin masum okşayışıyla tenimizi hissederiz çocuklukta. Ama gerçek teni duyumsamak karşı cins ilgimizi çektiğinde başlar. Bu da ergenlikte platonik bir aşkla kendini hissettirir genelde. Daha sonraları tutkuya dönüşür tensellik onun şiirinde.
…
Sadece o kız
beyzi yüzlü ak tenli
perçemi gözüne giren
gül yaprağı dudaklı
o kız
hala aşıksın
Hamidiye Yokuşu’nun
başında
kör çeşmenin taşına
oturmuş
bekliyorsun
(görülen kentler,Gerze,sayfa 8)
Ölüm …
seversin bir aşk
gibi gövdeni
sana tanıtan
ve hiçbir zaman
bu kadar içten yaşamadın
ölümü
…
( görülen kentler, Sakkara, sayfa 15)
İz sürmek ve Cendere’de tensellik artık sadece haz alınan bir şey değildir. Yitip giden tensellik duygusunu da vurgular.
Yaşamın dirimi
yitirmişliği duygusu
Kış ortasında açan
erik çiçekleri
Hatırlıyor musun
gövdede ışıldayan
teri
Sperm ve
vaginayı kayganlaştıran
özsuyu
Tenin kokusunu
hatırlıyor musun
O
öldü
(iz sürmek, sayfa,26)
Dokunuşun
Eksikliği
Ilıklığın yerine
kuruluk ve soğukluk
Fotoğraflar
yaralıyor
(cendere, sayfa 28)
Gizli alanlar, görülen kentler, iz sürmek ve cendere kitaplarıyla Güven Turan, kendi iç dünyamıza bir yolculuk yapma imkanı sunuyor belleğimizi yoklayarak.
İmren Çalışkan Tüzün