Madam Jeanne’nin Doğum Günü
Kızları uzakta olan annelerin yalnızlığını, özlemini bilir misiniz? Uzak, çok uzak memleketlere, kız göndermemiş anneler, komşuluk ederlerken iyi ve kötü günlerinde, imrenerek onlara bakarken kızları uzakta olan anneler, yüreklerinde hep bir burukluk, çık gel bir çay, kahve içelim diyememenin hüznünü taşırlar içlerinde. Onlar, kızlarının yolunu açmış, kendi hayatlarını kurmaları için gitmelerine izin vermişlerdir. Bu anneler kızlarının yolunu gözler, onların çıkıp geliverecekleri anın umudu içinde geçirirler günlerini.
Gün gelir yollara düşerler, kızlarını görmek için. Bazen kısadır köyden şehre uzanan yollar bazen de ülkeden ülkeye bir yolculuktur bu. İster kısa ister uzun olsun; gidilecek yerde, alışılmışın dışında başka insanlarla, kültürlerle karşılaşma demektir aynı zamanda yolculuklar.
Anneler gelir, kızlarının evine konuk olur. Kızları ise onları, rahat ettirmek, çevreyi gezdirmek, yeni insanlarla tanıştırmak, bulunduğu yerdeki konumuna ortak etmek isterler. O zaman kızların, annelerini bir kahve içmeye ya da yemeğe götürebilecekleri arkadaşlarının varlığı böyle günlerde daha da önem kazanır. Belki de, anneler ve kızlar yalnızlıklarını bir kez daha duyumsarlar.
Kendim de aynı şeyleri yaşadığımdan, anneleri uzaktan gelen arkadaşlarımın içinde bulunduğu bu durumu anlamaya çabalar, onlar için vakit yaratmaya çalışır, yalnız olmadıklarını duyumsatmak isterim.
Madam Jeanne, kızını, arkadaşım Françoise’yi, Kasım ayında ziyarete geldi Belçika’dan. Seksen ikinci yaş günü bu yolculuğa denk düştü. Françoise, annesi Madam Jeanne’nin gemi seyahatlerini sevdiğini bildiğinden, doğum gününde, Antalya Yat Limanı’ndan başlayan ve iki saat süren yat gezisi yapacaklarını söylediğinde, katılmayı severek kabul etmiştim. Seksen iki yaşına basan Madam Jeanne’yi böyle mutlu bir gününde yalnız bırakmak olmazdı. Sabah erkenden kalktığımda, hava bulutlarla kaplıydı. Françoise’yi arayıp havanın bulutlu olduğunu, geziye gidip gitmeyeceğimizi bile sordum. O, kararlı bir şekilde, “yok canım, o kadar da bulutlu değil” dedi.
Eli boş gidemezdim, Atatürk Caddesi’ndeki bir çiçekçiden bir buket çiçek alıyor ve Kaleiçi’nden, Yat Limanı’na doğru yürümeye başlıyorum. Sabahın bu erken saatinde elinde çiçekle yürüdüğümü görenler, şöyle bir göz ucuyla bakıp geçiyorlar bana. Mermerli’ye ulaştığımda, Yat Limanı ve çevresinden fotoğraf çekmek isteyince duruyorum ve Yat Limanı’na doğru bakıyorum. Okulu kırmış, kızlı erkekli öğrencilerden bazıları Mermerli’den aşağıya doğru iniyor bazıları da bir yatın ikinci katına çıkmış henüz gelmekte olan arkadaşlarına laf yetiştiriyorlar. Yat sahipleri yoldan geçen herkese yat turu hakkında bilgi vermek için adeta yarışa giriyorlar. Balıkçılar, sabah mahmurluğuyla sigaralarını tüttürüyor, bir yandan da laflaşıyorlar. Birkaç fotoğraf çekip Yat Limanı’na iniyorum, buluşacağımız saatten önce geldiğim için bir lokantanın terasında çay içiyorum. Françoise ve Madam Jeanne ulaştığında, onun doğum gününü kutluyor, çiçeği takdim ediyorum. Fransızca konuştuğu için onu anlayamıyorum, Françoise çeviriyor teşekkür sözlerini. Bir iki yat sahibiyle konuşuyor, sonra Şelale’ye kadar giden büyükçe bir yatta karar kılıyor ve yatın ikinci katına çıkıyouz. Hava, Madam Jeanne’nin doğum gününün şerefine kapamıyor, gittikçe daha da parlıyor güneş ve bizi ısıtıyor, ceketlerimizi çıkarıyoruz. Kış nedeniyle, pek fazla yolcu olmadığından neredeyse kırk beş dakika kadar yolcu sayısının on kişiyi bulmasını bekliyoruz. Bu arada Madam Jeanne’nin fotoğraflarını çekiyoruz. Yüzünde, yılların çizgileriyle hala tutkulu bakıyor hayata. Sonra sıra anne kız fotoğrafına geliyor, yanlarına ben de ekleniyorum bir karede.
Yeterli yolcu sayısına ulaşınca yat gezimiz başlıyor. Limandan aheste aheste çıkıyor yat, Lara kıyı bandına doğru yola koyuluyor. Bu güzelim kıyılar, aşağıdan, denizden bakınca ne kadar da etkileyiciymiş. Bu güzelliği, otellerin müşterilerinin denize girebilmeleri için koydukları merdivenler, asansörler, şezlonglar bozuyor, bir koydan diğer koya doğru yol alırken bunu daha çok duyumsuyorsunuz. Françoise’yle nerede olduğumuzu anlamaya çalışırken, bir yandan da falezlerin üstüne dikilen binaların çirkin görünümünü konuşmadan edemiyoruz. Muratpaşa Parkı’nın bulunduğu bölümde binalar geride olduğu için daha çok kıyıya odaklanıyoruz. Kırmızıgül Çiçekçilik’in cam seralarından sonra Dedeman Otel binası falezleri ezip geçiyor adeta. Ardından, Adonis ve balkonsuz The Marmara Otel’in görünümü kıyıya peş peşe damgasını vuruyor.
Yat ilerledikçe falezlerin üzerindeki sarkıtlar ve mağaralar çok daha dikkat çekici olmaya başlıyor. Ne tür doğal olaylar yaşanmıştı ki bu sarkıtlar oluşmuştu acaba? İyi ki insan eli henüz oraya ulaşmadı da doğallıklarını koruyorlar. Falezlerdeki şekillere dalıp gitmişken, fotoğraf makinalarını ellerine alıp ayağa kalkan yolcular yeni bir görüntünün haberini veriyorlar adeta. Artık, Düden Şelalesi’nin denize döküldüğü yere ulaşmış olduğumuzu anlıyor, ben de alıyorum makinamı. Tam bu sırada beyaz köpüklerin üstüne yansıyan rengarenk gökkuşağı şelaleyi daha da çekici hale getiriyor. Yat geri dönüş manevrası yaparken düşmemek için dikkatli olması gerekiyor insanın. Bu doğa güzelliğinin karşısında bir güzel kare daha yakalayabilmenin telaşında iken, Françoise merceğe su damlacıklarının sıçrayarak zarar verebileceği uyarısında bulunuyor. Geçekten, şiddetle denize dökülen suyun damlacıklarının merceğe yapışıverdiğini görünce makinamı kapatıyorum. Ne güzel olurdu, şimdi burada bir bardak çay içmek. Fakat nafile, sadece soğuk içecekler satılıyor, alınan ücretin içinde bir su bile yok.
Yat, geri dönüş yolunda biraz daha açıktan yol alıyor ve falezlerden uzaklaşıyoruz. Hava güneşli olmasına karşın, hafiften esen rüzgar bizi üşütmeye başlıyor ve ceketlerimize sarınıyoruz.
İnsan ister istemez, “yaşadığımız kentin güzelliklerine ne kadar da yabancıyız” diye geçiriyor içinden. Biraz da deniz korkusu mu bizi bu tür gezilerden alıkoyuyor acaba? Denizin dışarıdan güzel görüntüsünün, üstünde iken, iki yüzlü bir insan gibi birden değişivereceğinden mi korkuyoruz?
Yat limanına doğru ilerlerken, karşımızda duran, yüzyılları geride bırakmış şehir surları, bu kentin sadece denizden ibaret olmadığını, kültürel mirasın da önemli bir yer tuttuğunu hissettiriyor bir kez daha.
İmren Çalışkan Tüzün