Kahveyle Doğmak
Kasabalarda akşamlar erken olurdu. Ezan okundu mu herkes evine çekilirdi, yorgun argın geçen günün ardından. Yemekler yenilir aceleyle, sofra toplanır, bulaşıklar yıkanır ya da sonra yıkanmak üzere bir köşeye toplanıverirdi. Ev halkı aynı tabaktan yediği için sadece birkaç tabak, çatal, kaşık ve bir de yer sinisiydi yıkanacak olan. Akşam yemeklerinin ardından kadınlar konu komşuya gezmeye giderlerdi. O gezmeler de öyle gecenin geç saatine kadar sürmezdi. Elektrik, televizyonun olmadığı günlerdi. Radyo dersen bazı evlerde bulunurdu. Telefonlar bağlanmamış olmalıydı evlere henüz.
Annem, bir Ekim akşamı komşularla, dayımın eşinin kardeşinin evine gitmiş. Bana hamileliğinin son günlerini yaşıyormuş. Bu nedenle erken kalkmışlar akşam gezmesinden. Yolda sancılanır gibi olmuş ama pek aldırış etmemiş.
O yıllarda herkesin evinde radyo yokmuş. Hali vakti yerinde dedemin evinde sonradan uzun süre kullanacağımız Grundig radyosunda haber dinlemeye gelirmiş konu komşu. O akşam da seçim haberlerini dinlemek üzere gelmiş misafirlerle karşılaşmış annem. Kadınlı erkekli gelmişler. Annemden kahve yapmasını istemiş Dedem. Karnı burnunda annem merdivenlerden aşağı inmiş olmalı yavaş yavaş. Henüz milangazın olmadığı kahvenin ocak közünde piştiği yıllar. Evin mutfağındaki ocaklıkta kahve yapmaya başlayan annem kahveyi pişirip yukarıya, misafirlere getiremiyormuş bir türlü. Nuri hocaların gelini Huriye teyze annemi merak edip inmiş aşağıya. Bir de ne görsün annem sancılar içinde beni doğuruyormuş tek başına. Annem yukarıya çıkıp doğum yapıyorum diyecek gücü bulamamış kendinde. Huriye teyze kahve yerine beni çıkarmış yukarıya konukların yanına. Bir kız çocuğu. Annem yıllarca utanmış o akşam evde bulunan erkeklerden. O utangaçlık bana da yansımış olmalı. İlkokul yıllarımda öyle utangaçtım ki, öğretmenlerimin dikkatini çekmiştim ve beni sanatsal etkinliklerin içine itmişlerdi.
Kahve kokuları arasında dünyaya geldiğimden mi nedir, kahve içmeyi severim. Dedemin ve babamın kahveye düşkünlüğü evimizde kahvenin ve onun sunulduğu fincanların hep özel bir anlamı olmuştur. Kahve çekirdeklerinin güzelce kavruluşunu, ardından dibek taşında ya da kahve değirmeninde öğütülen kahvenin evin içine burcu burcu kokarak yayılışını unutmak mümkün mü? Çocukluğumda babamın eve aldığı porselen fincanlarda içtiğimiz sütlü kahvelerin tadı da ayrıydı. Annem yeni kaynattığı sütten porselen fincanlara koyar üzerine çok az Türk kahvesi ekler ve karıştırırdı. Türk kahvesi ise küçücük fincanlarda sunulurdu. Bazen de çekirdek kahveyle nohut birlikte kavrulur öyle çekilirdi, birlikte pişirilirdi. Artık ne evlerde kahve kavruluyor ne de kahve değirmenleri, dibek taşları kaldı.
Kahve biraz da erkeklerin içeceği gibiydi o yıllarda. Özellikle, sabahları közde pişen, sade kahveler, bir de akşam yemeklerinden sonra özenli pişirilir ve sunulurdu kadınlar tarafından.
Tam zamanını hatırlayamıyorum ne zaman girdi nescafe hayatımıza. Bir gün gelenekler ters yüz oluverdi ve sıcak su içine atılan iki kaşık kahveyle bir başka zaman dilimine geçiverdik sanki. Turizm sektöründe çalıştığım yıllarda yabancı elemanlardan nescafe ve filtre kahveyi öğrendim. Onlarla filtre kahve makinalarında yaptıkları kahvelerden büyük fincanlarda içmenin tadını paylaştım.. Bu benim için aynı zamanda Avrupa kahve kültürüyle tanışmaktı. Neredeyse Türk kahvesinin pabucu dama atılıverdi bir süre. Tabii tiryakileri özenle bağlı kaldı Türk kahvesine.
1998’de İtalya’ya yaptığım gezi esnasında Capuccino ve Espresso ile tanıştım. Onların makinalarda hazırlanışını ve sunuluşunu görmek, kahve kokusunun etrafa yayılması beni büyülemişti adeta. İtalya’da kahve kültürü bambaşkaydı. Ayaküstü içilen kahveler daha uygun fiyatta, bir masaya oturup içtiğinde ise daha pahalıydı. Venedik’te San Marco meydanına bakan kafelerde ve Milano’da içtiğimiz capuccinoların lezzeti dilimin ucunda kalmış gibidir hala. Üsküp’te Türk kahvesinin bizim gibi küçük fincanlar da değil de, sabahları büyük fincanlarda içiliyor olmasına ne kadar da şaşırmıştım. Bizim gibi onlar da cezveyle pişiriyorlar Türk kahvesini.
Günümüzde artık kadınlar da erkekler de kahvenin tadını çıkarıyorlar.. Evlerde nescafe belki de baş köşeye oturdu çoktandır.. Fakat hiçbir zaman Türk kahvesi pişirmeye gösterilen özeni yakalayamadı sanırım.
Atölyemde filtre kahve ev de ise Türk kahvesi içmek beni mutlu ediyor. Kahve her an içilecek bir şey olmamalı, içilen zamana bir anlam katmalı, bazen de paylaşılmalı.
Küresel kahve zincirleri Antalya’ya da ulaşmış, dünya lezzetlerini sunuyorlar. Fakat yine de Antalya’da bizi sarıp sarmalayan, kahve kokularıyla dolu bir kafe hasreti içindeyiz aslında. Güzel kafeler alışveriş merkezlerinin içine sıkışmış kalmış gibi. Istanbul’da Cafe Gezi, Ankara’da Cafe de Cafe gibi yazanın çizenin uğradığı, bir fincan sıcak kahve içtiği bir kafe yok henüz. Olanlar da şehrin merkezinden uzak, Lara’da ya da Konyaaltı’nda. Şehir merkezinde kafelere ihtiyaç var. Hem biz şehirde yaşayanlar hem de turistler için. Şehir merkezlerine sokakları kadar içinde barındırdığı kafeler de anlam katıyor.
İmren Çalışkan Tüzün