Kuyular

Çocukluğu kurak yerlerde geçenlerin belleğinde bir kuyu imgesi, anısı vardır mutlaka. İçme ve kullanma suyu olarak ayrılırdı sular. Evlerin hemen önünde birkaç metre derinliğinde kazılan kuyuların içi her sonbahar temizlenir, hatta belli bir kısmı kireçle badana edilirdi. Evlerin saçaklarına takılan saç borular yaz sonrası gözden geçirilir, için deki çer çöp toplanırdı. Sonbahar'da ilk yağan yağmurlar kuyuya alınmazdı. Saçakların yağmur suyuyla iyice temizlenmesi beklenir, su berraklaştığında bir hortumla kuyuya aktarılırdı . Herkesin evinde bulunmazdı bu içme suyu kuyuları. Kuyusu olmayan insanlar da faydalanırdı bu kuyulardan, istediklerinde, bakırla çektikleri suyu evlerinden getirdikleri kaplara doldururlardı. Hatta bir kaç kişi aynı anda geldiyse küçük konuşmalar da geçerdi aralarında. Daha çok da akşam üstleri taşınırdı su evlere. Bu tür kuyulardan alınan sular, içmek, yemek yapmak, çamaşır yıkamak ve yıkanmak için kullanılırdı. Topraktan çıkan suların tuz oranı yüksek olduğundan hem içmeye gelmez, hem de yıkanırken kullandığınız sabunu köpürtmezdi.

Kullanma suyu, ev temizliğinde, sebze ve meyve ağaçlarının sulanmasında önemliydi. Bu kuyular ise evlerden biraz uzak, bahçe içerisinde bulunurdu. Toprak metrelerce kazılır, su çıkacağına inanıldığında ise etrafı taşlarla örülürdü. Nedense daire şeklindeki bu kuyuların ağzı örtülmezdi. Hep bir korku aracıydı. Hem insanlar hem de hayvanlar için sürekli bir tehlike oluştururlardı. Sahipleri, başına kurdukları motorlarla suyu çıkartırlardı. Bugün de, Akdeniz kıyısında bu tür kuyular mevcuttur. Kışın seralardaki sebzeler, yazın ise meyve ağaçları sulanmaktadır.
Zamanla tulumbalar kullanılmaya başlandı. Yer altına salınan boruların üzerine tulumba yerleştirilerek, daha tehlikesiz, rahat bir şekilde su elde etmeye başladı insanlar. Günümüzde ise toprak kazılmadan, sondaj yöntemiyle, önceden nerede su bulunacağı tespit edilebiliyor ve suya ulaşılıyor.

Bugün ise özellikle içme suyu kuyularına ihtiyaç kalmadı. Artık evlere su dağıtılıyor, insanlar onca eziyeti çekmeden suyunu kullanabiliyor. Alt yapı sorunları çözüldükçe insanlara daha çok zaman kalıyor ve geçmişteki kuyular nostalji olarak karşımıza çıkıyor.

Beni kuyularla ilgili bir yolculuğa çıkaran ise apartman görevlimiz Mehmet Altan.

Kendisi, Zonguldak'ın, Çaycuma ilçesine bağlı Kızılbel köyünden. O daha doğmadan babasını kaybetmiş ve annesi tarafından büyütülmüş. İki sene özel bir şirketin maden ocağında çalışmış. 1996'da evlendikden sonra 1998'de ilk çocuklarını da alıp Antalya'ya göç etmişler. Antalya'ya geldiği günden beri bu Apartman'da çalışıyor. Ben onu 2001'de Atölyemi kurduğum zaman tanıdım.48 daireli sitenin bütün işi onun üzerindedir. Mehmet,üç apartmana hizmet veriyor, bahçedeki ağaçların, bitkilerin, çiçeklerin bakımını yapıyor.Kalan zamanında ise ihtiyacı olan evlerin bakımına yetişiyor. Eşi ise pek ortalıkta görünmez , sadece evi ve çocuklarıyla ilgilenir.

Birgün atölyeden baktım ki, iş elbislerini giymiş, harç karmış, ortaya eski bir varil oturtmuş, etrafını kocaman taşlarla örüyor. Fotoğraf makinamı aldığım gibi yanına gittim. Kendisi küçük bir kuyu yapıyordu. Onun bu çalışmasını desteklemek için fotoğraflarını çektim. Önceleri, gelen geçenler, "ne yapıyor bu adam "dedilerse de, sonradan epey ilgilenen oldu. Sitede oturanlar malzeme vererek çabasına yardım ettiler. O da her şeyiyle -ipli bakırı, ışığı, kapağı- üç dev bloğun ortasına bu nostaljik kuyuyu kondurdu. Yaratıcılık, sadece sanat yapanla kısıtlı değildir. Bazı insanlar da kendi içindekini bir şekilde dışarıya vurmak isterler. O kuyunun, Mehmet'de ne gibi anıları, kendi geçmişiyle ne kadar bağı var, kim bilebilir ki?

Kuyu deyince, aklıma bir çok nitelemeler, mecazi anlamlar, şarkılar geliyor . Örneğin içinden çıkılamayacak bir sorun için " o konu bir gayya kuyusu" deriz. Münir Nurettin Selçuk'un, Ümit Yaşar Oğuzcan'ın şirinden bestelediği "Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın" şarkısını kim anımsamaz.

İmren Çalışkan Tüzün