Öğretisinden Geçtiğim Kadınlar

İçine doğduğumuz aile, sosyal ve ekonomik koşullar,aldığımız eğitim bizim hayat yolumuzu çizer çoğunlukla. Kadın olmak yolunda geçmişimizdeki kadınlar ya bizim yolumuzu açarlar ya da önümüze engeller koyarak, kendi hayatlarına benzetirler bizimkini de. Elbette babalar, erkek kardeşler, eşler de aynı şartları koyarlar önümüze. Ama önceliği, beni yetiştiren kadınlara vermek istiyorum.

Yıllar önce henüz çekirdek ailelerin oluşmadığı zamanlarda aile büyükleriyle , oğullar, gelinler, halalar, amcalar aynı evde yaşardı. İşte ben de böyle bir evde dünyaya gözlerimi açmışım. O nedenle çocukluğumu babaannem ve annemin çatışmaları arasında geçirdim.

Babaannem, dindar, hatta sofu bile sayılırdı. Namaz kılmak, dua etmek en önemli işleri arasındaydı. Geçmiş namazlarını, kuşluk namazlarını ihmal etmez, oruçlarını hiç kaçırmazdı. Fakat bu dindar kadın nedense aynı zamanda çok söylenen, ilençli bir dile sahipti. En küçük bir karşı çıkışta en kötü ilençleri sıralayıverirdi herkese.

İlkokul yıllarımda, yaz aylarında benim Kur’an kursuna gitmemi ister, hatta Kur’an’ı öğrenmem için israr ederdi. Elif Ba, ABC’den daha önemliydi onun için. Bu isteğini yaptırmayı başardı da. Ben sureleri su gibi ezberleyip, Kur’an’ı öğrenmeye başladım. Kur’an’ı öğrendiğim zaman özel mevlit bile okutmuştu.

Öylesine keyfine ve sağlığına düşkündü ki, yaz geldi mi hemen yayla yolunu gözlemeye başlardı. Dedem hayatta olmadığı için, ona eşlik etme görevi düştü bana çok erken yaşta. Bu, annemden ayrılmak anlamına geldiği için hiç sevmezdim Gömbe’de geçirdiğim yazları. Babaannem durmadan gezerdi. Akraba düşkünü olduğu için gece gündüz bir yerlere düşerdi yolumuz. Çoğu zamanda küçük halam çocuklarıyla gelir, kalırdı bir süre. Herkes çok eğlenirdi, bol bol et yerler, soğuk sular içerlerdi. Ben ise akşamüzerleri perdenin arkasına saklanır, gözyaşı dökerdim annem için. Bu gözyaşları pek de işe yaramazdı, okul vakti geldiğinde Demre’ye dönünceye kadar.

Genç kızlık dönemimde Babaannemle hiç anlaşamazdım. Onun insanları küçük görmesine, annemi beğenmemezliklerine katlanamazdım. Kuşaklararası çatışmanın en şiddetlisini onunla yaşamışımdır. Şöyle bir çay keyfi yapmak istesek, çay çok kaynadı, kemiği mi var bunun der, gider altını söndürür, daha kaç bardak içeceksiniz diye insanda tat tuz bırakmazdı. Arkası yarın dinlemeye bayılırdım. Tam o sırada bir iş bularak, radyonun başından kaldırmak isterdi de, annem araya girerdi çoğunlukla. Akrabalarına şahin kesilir, fakat annemi büyüten ninemle dedem geldiğinde hep sorun çıkarırdı. Çok karşı çıktım ona, fakat karşılığı da ağır ilençler oldu hep. O nedenledir ki, ilenmeyi hiç sevmemişimdir..

Annem, daha üç aylıkken, anne – baba bile diyememişken annesi ve babası on beş gün arayla bu dünyadan ayrılmışlar. Babası onu amca kızına teslim etmiş. Yolu izi olmayan, dağlar arasında Çukur denilen bir köyde geçirmiş çocukluğunu annem. Kız çocuklarının henüz okula pek de gönderilmediği yıllarda, annem okumayı çok istemiş. Köyden okula giden oğlanların kitaplarından öğrenmiş ilk ABC’yi. Sonradan sadece üç ay okula gidebilme fırsatı olmuş, ama bu üç ay içinde okumayı yazmayı sökmüş, hatta normal okula giden çocukları geçmiş. Pek çabuk serpildiğinden, yalnız bir kızı okula göndermek istememişler. Annemi yetiştiren ninem ve dedemi sevecen, sakin yapılı insanlar olarak hatırlıyorum. Çok baskılı bir ortamda geçmemiş annemin evleninceye kadar olan hayatı. Elbette annem de namaz kılar, Kur’an okurdu. Çok güzel kaplı bir kuranı vardı. Hep özenle saklardı onu. Fakat o hiçbir zaman aşırı dindar ve tutucu olmadı. Babaannemin aksine yoksullara, kimsesizlere karşı büyük saygı gösterir, onları kollardı. Bugünün deyimiyle “ öteki”ne yakın durmuştu hep. Gizliden gizliye yardım ederdi kayınvalidesinin hışmına uğramamak için. Güçlü, kuvvetliydi, kendisini esirgemezdi pek. Uzun yıllar kayınvalidesinin annesine bakmak zorunda kalmıştı. Çelimsiz halamın da hep işlerine yardımcı oldu yıllarca.

Annem, okumaya çok önem veriyordu. Kendisi okuyamamıştı, ama bizim yolumuzu da tıkamadı hiçbir zaman. Okuyun, kurtulun bu evden, ağır işlerden diyordu bize. Ne kızlarının görücüye çıkmasını ne de erken yaşta çoluk çocuğa karışmasını istedi.

Annem, babaannemin kahrını çekerken, bizleri o hayattan kurtarmak için, yolumuzu açtı, gitmemizi ve kendi hayatımızı kurmamız konusunda teşvik etti. Şimdiki annelere bakıyorum da, hala kızlarının birey olmasına izin vermeyen anneler var. Eğitimli ya da eğitimsiz pek de fark etmiyor.

İki kadının kuşak çatışmaları arasında geçen İlkokul ve Ortaokul yıllarımdan sonra, Demre’de Lise olmadığı için Antalya’da okumama karar verildi. İnşaat Mühendisi olan amcam o sırada YSE’de ihalelerinde Yurdagül Gençler ile tanışmıştı. Benden önce iki Demreli kız onların yanında Lise’yi okumuşlardı. Belli bir ücret karşılığı orada kalacak ve eğitimimi devam ettirecektim. Aslında bundan pek hoşnut değildim, çünkü yine annemden ayrılmak anlamına geliyordu bu.

İki katlı, bahçe içindeki evimizden çıkıp, apartman hayatına adım atacaktım. Bildiğim hayattan çok farklıydı bu yaşam benim için. Yurda Abla ve Cevriye teyzeyle başladığım hayata uyum sağlamakta çok zorlandım başlarda. Cevriye teyze öyle temizlik düşkünüydü ki, okuldan geldiğimde ayakkabılarımı silip, güzelce yerleştirmemi isterdi benden. Oysa kendi evimizde ayakkabıların nerede çıkarıldığı, nasıl konulduğu pek de dert edilecek bir mesele değildi. Yurda abla hafta boyunca çalışır, Cumartesi günleri dinlenmek isterken, Cevriye teyze temizlik diye tutturur, Yurda abla beli ağrıyarak, söylene söylene temizliği yapardı. Arkadan çamaşır geliyordu. Bu evde de iki kadının çatışmaları arasında ne yapacağımı bilemezdim. Fakat Cevriye Teyzenin Erzurum’da geçen yaşamının hikayelerini dinlemeye de doyamazdım doğrusu. Hiç unutmadığım bir lafı vardır. “Kızım ayakkabına bakarsan, ayakkabı da sana bakar toplum içinde”derdi.

Bu günlük yaşamın dışında, hayat bana yeni olanaklar sunmuştu. Yurda Abla edebiyat ve sinemaya düşkündü o yıllarda. Kütüphanesinde bulunan,Tolstoy, Dostoyevski, Balzac, Zola’nın romanlarını okuyabiliyordum. Hatta kitap okuduğumu gören Cevriye teyzenin derslerine çalış uyarılarıyla karşılaşırdım. Yurda Ablanın kardeşi Taner Gençler’in orkestrası vardı. Reklamcılık işiyle uğraşırdı. Bu bize sinemanın yollarını açıyordu. Öte yandan siyah beyaz televizyonda Amerikan filmleri seyrediyorduk. Kendi aile ortamımda bulamayacağım, yepyeni öğretilerden geçiyordum.

Dış görünüşümle de yakından ilgilenirdi Yurda Ablam. Dikiş bilirdi, bana etekler, süeterler dikerdi. Kumaşların cinsini, kaşmiri, keteni, ekoseyi, ondan öğrendim ben. Bambaşka bir kültürün insanlarıyla karşılaşmak hem bana yeni ufuklar açmış hem de geleneklere bağlılıkla modernlik arasındaki ince çizgiden geçmemi sağlamıştır.

Acı, tatlı öğretilerinden geçtiğim kadınlardan Annem, Babaannem ve Cevriye Teyze hayatta değiller artık. Yurda Abla’yla ise ara sıra görüşüyoruz, eskisi kadar sık olmasa da.

Birey olma yolunda Annemin ve Yurda Abla’nın açtıkları kapıları ve yolları hiç unutmayacağım. İkisi de hayatın yükünü çekmiş, çalışmış çabalamış insanlardır.

Hem köy hem de şehir yaşamının öğretisinden geçmiş olmamın, bana her zaman zenginlik kattığını düşünüyorum.

Yoluma taş koyan, beni engellemek isteyen kadınlar olmadı değil. Belki zaman gelir, onları da yazarım bir gün.

Kızlarının kendilerinden farklı bir yaşam biçimi seçmesinde onlara destek olmuş kadınlara
hep saygı duyacağım. Sizi siz yapan kaç kadın var yaşamınızda, hiç düşündünüz mü?

İmren Çalışkan Tüzün