Raziye Hanım’ın Evine Yolculuk
Onunla ne zaman tanışmıştık, tam olarak hatırlamıyorum. Sanırım bundan altı sene önceydi. Babam, kardeşimin evinde kalırken, eczacısı Banu Hanım’a ev işlerine yardımcı aradıklarını söylemiş. Banu Hanım da yardımcısı Raziye Hanım’ı önermiş. Raziye Hanım, bir sabah kardeşimin evinin yolunu tutmuş. Babam sevinçle açmış olmalı kapıyı. Fakat kardeşim ihtiyacımız yok demiş, o gün kabul etmemiş onu. Raziye Hanım dönmüş geldiği gibi. Duruma çok üzülen babam arkasından yetişmiş Raziye Hanım’ın ve ona çalışmadığı halde bir miktar para vermiş. Babamın bu davranışı Raziye Hanım’ı çok etkilemiş. Zamanla kardeşim Raziye Hanım’ı tanıyınca evin yardımına gelmeye başlamış. Nasıl olduysa bu süreçte ben de tanıştım Raziye Hanım’la .
Raziye Hanım, kendisini sevdirmeyi çok çabuk başardı bize. Bir kere kadın olarak öyle zorlukların üstesinden gelmişti ki, insan onun hikayesini dinlediğinde “anlatsam hayatım roman olur” cümlesinin tam da onun için söylenmiş olduğunu düşünür. Perşembe günleri onun gelişiyle erken başlar günümüz. Sabah kahvaltıları bir törendir. Öğleye doğru kahve keyfi onunla başkadır. Günümüz evi toparlamak, silip süpürmekle geçer. Onun gelişi benim kendi işime zaman ayırmamı sağlar. Bazen o evde ben atölyede çalışır dururuz gün boyunca.
Akşam üstleri telaşlanır O. Otobüsü kaçırmamak, eve vaktinde yetişmek için. Hele bir de kışsa işi daha zordur. Otobüsler dolu gelecek, bazen de o saatlerce bekleyecektir onca yorgunluğun üstüne. Ben onu anlamaya çalışırım, geç kalmaması için onu uyarırım saat konusunda.
Bu geçen seneler boyunca, “bizim oralar çok güzel, sessiz sakin, bir Pazar günü çıkın gelin” diyerek bizi evine davet etmiştir, Biz şehirde yaşayanlar, evimizi barkımızı teslim ettiğimiz insanların yaşamına yabancıyızdır; onların nasıl bize gelip döndüklerini, otobüs kuyruklarında neler yaşadıklarını dinleriz sadece. Zahmet edip de çıkıp gitmeyiz çoğunlukla.
Bu Pazar ben Raziye Hanım’ı ziyaret etmeye karar verdim. O nasıl benim evime otobüsle geliyorsa ben de onun evine otobüsle gidecektim. Önce otobüs ve dolmuş numaralarını öğrendim, bir de hangi duraktan bineceğimi.
Doğu Garajı’na kadar yürüdüm. Otobüs bekliyorum. Doğu Garajı’nın senelerdir kazı hali sürüp gidiyor, insanlar o daracık kaldırımda egsoz gazları arasında otobüsleri bekliyorlar, çeşitli yönlere giden otobüsler gelip geçiyor. Fakat, bineceğim otobüs görünmüyor ortalıkta. Raziye Hanım’ı arıyorum,” bekle, gelir “diyor. Bir otobüs şoföründen yanlış yerde beklediğimi öğreniyor, bu defa karşı tarafa geçiyor, beklemeye başlıyorum. O kadar kalabalık ki minübüslerin biri gelip biri gidiyor. Kuyruk, düzen diye bir şey yok. Herkes birbirini itip biniyor dolmuşlara. Neyse sonunda biniyorum dolmuşa. Yirmi kişi kapasiteli dolmuşta neredeyse elli kişi varız. Tıklım tıklım dolu, itiş kakış içinde herkes. Ben de ayaktayım, yanımda dershaneden gelen kızla küçük bir sohbet geçiyor aramızda. Ailesi, İstanbul ve Çanakkale’den sonra Antalya’ya göç etmiş, ailesinin tam da neden göç ettiğini bilmiyor kız. “Akrabaların çoğu burada biz de buraya taşındık” diyor. Yedinci sınıfa gidiyormuş, SBS sınavına hazırlanıyormuş. Konuşurken zaman çabuk geçiyor, bir süre sonra etrafı gözlemlemek daha çekici geliyor bana. At arabaları, tavuklar, çalı çırpı yakan bir aile, bir yanda çalışanlar, hafta içi mi, yoksa hafta sonu mu pek belli değil buralarda. Bir zamansızlık hali hakim. Tedirginlikle otobüs şoförüne Pınar Süt Fabrikası’nda ineceğim diyorum. Şoför “Pınar Süt’te inecek bayan geldik” diyor, nereye geldiğimi bilemediğim için bir saniye Raziye Hanım’ı arayacağım diyorum. Şoför sert sesiyle “ Hanım seni bekleyecek halimiz yok ya” diyor haklı olarak. Mecburen iniyorum. Öylesine sessiz ve sakin bir yer ki, “nereye geldim” ben diye kendime sorarken Raziye Hanım ve kızını görüyorum, koşturarak yanlarına gidiyorum. Beni sevinçle karşılıyorlar, evlerine kadar törensel bir yürüyüş yapıyoruz neredeyse.
Eve doğru yürürken Demre’de bir komşumuza gittiğimiz günleri anımsıyorum birden. Geçmişin görüntüleri beynime üşüşüyor neredeyse. Balkonda bir masa ve yıkanıp asılmış çamaşırlar karşılıyor beni. İçeri buyur ediyorlar. Köşeye soba çoktan kurulmuş, hava iyi olduğu için yanmıyor. Pencereden bakınca uçsuz bucaksız tarlalar görünüyor, apartman yok, ne güzel. Odaların içi misafir karşılamaya hazırlanmış sanki. Her şey derli toplu ve temiz. Dağınıklık adına bir şey yok ortalıkta. İşte bu evler bana Melih Cevdet Anday’ın bir şiirini anımsatır her zaman.
“bir misafirliğe gitsem,
bana temiz yatak yapsalar;
her şeyi, adımı bile unutup
uyusam. “
Mangal yakmış Raziye Hanım. Bir tarafta et kokuları, diğer tarafta kısırlar, roka salataları, tatlılar, çaylar. Bir Pazar ziyafeti. O da seviyor yedirmeyi, içirmeyi. Sofrası ve gönlü açık insanlardan. Bir süre sonra kiracıları Gül Hanım katılıyor bize. Ona da izzeti ikramda bulunuyorlar hemen. Gül Hanım’ın hikayesi de ayrı.
Merkezden uzak, Göksu Mahallesi’nin sessiz ve sakin ortamında Raziye Hanım ve kızı Fatoş’la bir Pazar günü geçirmek, aynı zamanda başka hayatlara tanıklık etmekti benim için.
İmren Çalışkan Tüzün