Yeni Bir Yıl - Küçük Bir Sevinç

Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri, saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar mevsimleri takip etti ve sonunda koca bir yılı geride bıraktık. Ömrümüzden bir yıl daha gelip geçti. Yılın son günü, 31 Aralık 2011 Cumartesi, ev ve atölye arasında bölünmüş gibiydim. Bir yandan akşam için elden geldiğince güzel bir sofra hazırlama telaşı, diğer yandan atölyede sakin ve sessiz, sadece müzik dinleyerek geçirmek istediğim zaman dilimi. İki duygu arasında gelip giderken, önceliği atölyede geçireceğim zaman dilimine veriyorum. Nedense o gün atölye daha bir değerli gelir bana. İçeceğim bir kahve ya da çay eşliğinde koca bir yıl gelir geçer gözümün önünden. Atölyeye ne kadar zaman ayırabilmişim, neler yapmışım ya da yapmak isteyip de yapamadıklarım.

Hem kadın olmak, bir ailenin sorumluluğunu almak hem de sanatla uğraşmak, zamanı bölüştürmek ve ikisi arasında çırpınıp durmak. Sanırım bu duyguyu sadece ben değil pek çok kadın sanatçı duyumsuyordur. Arafta sanat yapmaya çalışıyoruz. Bir yanda üretmek, diğer yanda ürettiğinin yeterince değerlendirilememesi, yaşadığınız kentte yaptığınız işleri istediğiniz düzeyde sergileyebileceğiniz, göstereceğiniz mekanların olmaması, kendinizi sadece yaşadığınız kentle sınırlamayıp ülkede ve dünyada sanat alanında olup bitenleri izlemeye çalışmak, yaptığınız işlerde kendiniz olabilmek. Bir de, bu zorluklara karşın İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in sizi “Terör’ün Arka Bahçesi” ilan etmesi.

Bir sanatçının nasıl yaşadığını, hangi koşullarda işler ortaya koyduğunu, yaptıklarının değer görüp görmediğini, daha başka hangi sorunlarla başa çıkmaya çalıştığını hiç düşünmemiş anlaşılan Bakan Şahin. İnsan merak ediyor, ailesinde ve çevresinde sanatla uğraşan, sanata hayatını adamış hiç kimse yok mu acaba? Eğer olsaydı, eminim ki, bu kadar kolaylıkla sarf etmezdi bu sözleri.

Sanat söz konusu olunca, diğer partilerin de sanata bakış açılarının çok da farklı olduğunu düşünmüyorum ben. Sanata, daha çok, halkın anlayacağı, eğlencelik bir durum gibi bakılıyor. Birisi çıkıp da sanata ciddiyetle bakmaya görsün, o hemen katı tutumlu, sevimsiz, uyumsuz olarak adlandırılıyor. “ Yen içinde kalalım, her şeyi biz yapalım” anlayışı daha da gündeme oturuyor. Farklı bir ses, düşünce fincancı katırlarını hemen ürkütüveriyor. Böyle olunca, kültür sanat kurumlarının başına sanata bir bütün olarak bakamayan, bir iş de yapamayan insanlar getiriliyor. Böylece, yıllar hiçbir şey yapılmadan akıp gidiyor. Kaybeden ise bir kentte hayatını gerçekten sanata adamış, onun kahrını çekmiş insanlara oluyor. Kırılıyor, birikimlerini, tecrübelerini ortaya koyamıyorlar.

Öte yandan, sansür, sanata ve sanatçıya biçilen konum karşısında Türkiye’de yaşayan sanatçılar bir arada, ortak bir tavır koyamıyoruz. Gruplar ya da bireysel çıkışlarımız yeterince ses getiremiyor. Bir metin ortaya konulmalı, en tanınırından hiç adı duyulmamış yazarına, sinemacısına, sanatçısına kadar ortak bir tavır alınabilirse belki daha iyi olur diye düşünmeden edemiyorum.

Bu duygular, düşünceler içimden geçerken saatin ilerlediğinin farkına varıyorum. Artık eve gidip, eski yılı yeni yıla bağlayan güzel bir akşam için küçük sevinçler yaratma zamanı diyerek ayrılıyorum atölyeden.

İmren Çalışkan Tüzün